Palu'ların "Büyüsü", Şi̇ddeti̇n "Hastalığı"


Sevgi Türkmen[1] 
svgtrkmn@hotmail.com


B
ir gündüz programıyla gündeme düşen “Palu ailesi” geniş çevrelerce tartışıldı, üzerine analizler ve çözümlemeler yapıldı. Bir yandan ailenin dinamikleri şemalar çizilerek tartışılırken bir yandan da “Türk aile yapısına neler oluyor?” sorularına cevap aranmaya çalışıldı ve “kutsal aile” mefhumu sorgulandı.

Daha önce de yaşlarını almamış çocukların tecavüzden öldürüldüğünü gördük, “yakınları” tarafından uygulanan fiziksel şiddet sonrası yoğun bakımlarda kalan, sakat olan, ölen çocukları duyduk, ensestten kurtulmak için evden kaçan çocuklarla karşılaştık ama “Palu ailesinde” şiddetin farklı biçimleri bir arada yaşandığı için olacak ki geniş bir toplumsal çevre, meseleyi gündemde tutmaya çalıştı.

Şiddet ve nedenleri üzerinden kamuoyunda açılan her türlü tartışma bir yandan toplumsal farkındalığı arttırırken bir yandan da şiddeti engelleyici olabiliyor. Bunun için ülkede psikolojik ya da fiziksel şiddete uğrayan her bir çocuğa, her bir kadına yapılanı kendi öz meselemiz gibi kabul edip kamuoyunda, kamu kuruluşlarında, hukuk camiasında görülür, duyulur hale getirmeliyiz. Şiddete maruz kalanların tarafında konumlanarak faillerden hesap sormalıyız. Ancak bireysel ve kurumsal olarak bunu yapabilir ve yaptırabilirsek çocuklar bu ülkede istismarın binbir çeşidine maruz kalmayacak, şiddete karşı çıkışımız koruyucu ve engelleyici olacaktır.  

Şiddete karşı çıkışı “Kutsal ailenin koruyucu duvarları mı yıkılıyor?” soruları ve değerlendirmeleriyle yaparsak muhafazakâr yapıları daha da güçlendirir, yaşanan şiddetin, tacizin, tecavüzün, aile mefhumunun yaşadığı dört duvar arasında kalmasına neden oluruz. Şiddete karşı çıkışı faillerin hasta olmasıyla açıklamaya çalışırsak da şiddetin siyasal, sosyal, toplumsal, kültürel, ekonomik kökenlerini ıskalar, failleri aklar, maruz kalanları tıbbın dört duvarı arasında bırakmış oluruz.

“Palu ailesi” vahşetinin en çok konuşulduğu günlerde, Cumhuriyet gazetesi beklenen şey bulunmuş gibi bir algı yaratarak, “Palu ailesinin hastalığı bulundu!” şeklinde bir başlık attı. İşin “uzmanları” büyü psikolojisi dedi, paranoid bozukluk dedi, hastalığın tedavisinin olduğu ifade edildi. Çözüm olarak, büyü psikolojisi etkisinde kalanların ivedilikle tedavi edilmesi gerekliliği dile getirildi, tedbir olarak da cehaletin azaltılmasının önemi vurgulandı ve herkesin bireysel tedbir alması da önerilerek, durum tespiti yapılmış oldu.

Böylece, “Palu ailesinde” yaşanan ve yaşattırılan sistematik şiddet karşımızda şemalarıyla duruyorken, şiddetin “hastalık” olarak tanımlanmasıyla ortaya çıkan bir rehavet haliyle Palu vahşeti gündemimizden düşmüş oldu. Yaşatılan şiddet, tecavüz, işkence, istismar, gasp tümüyle bir tanıya ve tedaviye bırakılarak, toplum nazarında da kurumsal düzlemde de “Palu ailesi” meselesi tıbbın adaletine teslim edildi.

Hastalık tanımlamalarıyla ne sistematik şiddetin toplumda varlığını ortadan kaldırabilir, ne tacizleri ve tecavüzleri engelleyebilir, ne de hasta olmadığımız için iyi oluruz. Bu tür tanılar hem kamusal hem de kurumsal sorumlulukların üstünü örterek her türlü şiddeti bireyselleştirecek, toplumun şiddete karşı farkındalığının artmasını engelleyecek ve mücadele etme gücünü kıracaktır. Bu hastalık tanımları tam da tersinden, şiddetin devamlılığını dolaylı olarak destekleyecek; kamusal alanda alınabilecek tedbirlerin önüne geçecek; yasal yaptırımların uygulanmadığı alanlarda hesap sorulamayacak; herkes işini yapıyor gibi bir yanılsama yaratacak ve fail bile neredeyse yargılanmadan, sorgulanmadan hastalığına bağışlanacaktır.

Her gün onlarca çocuk psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyor, onlarcası cinsel istismara, tecavüze, tacize uğruyor. Bu çocuklar defalarca yardım çağrısında bulunuyor ve yine defalarca kurumlar tarafından şiddetin kaynağı olan ailelere teslim ediliyor. Bu çocuklar okullardaki öğretmenlerine açılıyor, rehberlik birimlerine durumunu anlatıyor, hastanelerde psikologlardan/psikiyatristlerden çare bekliyor ama maalesef bunların sadece bir kısmı için yasal işlem başlatmak üzere bildirim yapılıyor.

“Palu ailesi” örneğinde de olduğu gibi, bir çocuk defalarca evden kaçarak kurtulmaya çalışıyor ama çocuğun beyanı esas alınmadığı için her defasında çocuk tekrar aileye teslim ediliyor. Ta ki cinsel istismarın “sonuçları somut olarak ispat” edilene kadar çocuk korumaya alınmıyor. Aradan geçen zamanda çocuk akli dengesini kaybediyor. Bu zamana kadar, çocukla karşılaşan, ifade alan kolluk güçlerinin, savcıların, hekimlerin, psikologların, psikiyatristlerin hiçbir sorumluluğu olmuyor; meseleye dair bir ihmal mi var denilip süreç kurumlarca incelenmiyor; takip edilmiyor! Tüm bunların üzerine siyasal, toplumsal, sosyal, ekonomik, kültürel bağlamları olan bu durum hastalık olarak tanımlanıp çocuğun tedavisine başlanıyor ve çocuk bir kuruma yerleştiriliyor. Faille ilgili hiç bir işlem yapılmıyor. El birliği ile hiçbir şey yapmadığımız için bir çocuk, yaşadıklarından kaynaklı olarak akıl sağlığını kaybediyor.

Şiddete ve şiddetin faillerine yaklaşım sadece hasta-hastalık-tedavi üçgeninde değerlendirildiğinde çocuklara, kadınlara yapılan cinsel istismarlar, tecavüzler, tacizler devam edecek ve kurumsal ve kamusal olarak hiçbir sorumluluk alınmayacaktır.

Kadının, çocuğun, şiddete maruz kaldığını beyan edenin beyanı esas kabul edilmedikçe ve buna ilişkin geniş önlemler alınmadıkça şiddet uygulayıcıları caydırılamayacaktır.

Kamu kuruluşlarında kadınlar ve çocuklarla çalışanlar, herhangi bir fiziksel veya psikolojik şiddet belirtisinde gerekli bildirimleri yapmadıkları sürece çocuklarımız iyi olmayacaktır.  

Şiddet, tecavüz, taciz durumlarıyla karşılaşıp kurumsal takibi yapmayan, maruz kalanı korumaya yönelik yeterli tedbiri almayan tüm kamu çalışanlarından hesap sorulmadıkça “Palu” gibi vahşetler bitmeyecek, artacaktır.

Sistematik olarak uygulanan psikolojik şiddet karşısında; failler, onlarca, yüzlerce yaşamı etkileyip hiçbir ceza almadıkça, psikolojik şiddetin kurumlarca görülmediği, tanınmadığı durum devam ettikçe bu ülkede her an şiddette maruz kalan insanların sayısına yenileri eklenecektir.

Daha beş gün önce 12 yaşındaki bir kız çocuğu üvey abisinin tecavüzü sonucu hamile kalarak bir buçuk kiloluk ikiz bebek doğurdu, Hürriyet gazetesi bu haberi hamile bir kadının çıplak bedeni ve bir oyuncak ayıcık görseliyle verdi.

Dört gün önceki bir haberde Malatya’da 9 yaşındaki çocuğa defalarca uygulanan cinsel saldırı davasında gizlilik kararı verildi.

Üç gün önce Beykoz İshaklı Köyü’ndeki bir yurtta 11 yaşındaki çocuğun, yurt görevlilerinin de şahit olduğu, cinsel istismara maruz kaldığı ve yurt görevlilerinin buna dair herhangi bir yasal girişimde bulunmadığı, aylar sonra bir öğrencinin ifadesiyle istismarın ortaya çıktığı haberi yapıldı.

Ve an itibariyle, çocuklara cinsel istismar suçlarında, failin mağdurla evlenmesi halinde faile verilen cezanın ertelenmesine veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına imkân veren yasal düzenleme mecliste yeniden gündeme geldi...
                                            

[1] Bu yazı ilk olarak 24 Ocak 2019 tarihinde Gazete Fersude’nin internet sitesinde yayımlanmıştır. Bkz: https://www.gazetefersude.com/palularin-buyusu-siddetin-hastaligi-sevgi-turkmen-yazdi-43036/