Feminist Psikolojinin Makus Talihi


Aysel Gürel


Ö
zellikle ABD’de, 1970’lerde ikinci dalga feminist hareketin yükselmesi, sosyal bilimlerde hareketlenme yaratarak, feminist teorilerin üretimine yol açtı. Çeşitli sosyal bilimlerden kadınlar kendi disiplinlerini kadın bakış açısından ya da feminist perspektifle sorgulamaya ve eleştirmeye başladılar. Feminist perspektiften yapılan sorgulamaların yarattığı dönüşümler en çok antropoloji, sosyoloji ve tarih alanında görüldü (Ecevit, 2011). Sosyal bilimler ve insan bilimlerinde feminist perspektifin işin içine girmesi, asla basit bir biçimde toplumsal cinsiyetin bir çalışma konusu olarak disipline eklemlenmesinden ibaret olmadı. Tam tersine, feminizm sınırları belli bir çalışma alanı olmayıp, sosyal bilimlerin konusu olan tüm toplumsal olgulara içkin olan cinsiyetlendirme süreçlerine ilişkin bir perspektif olması sebebiyle, feminist eleştiri, söz konusu disiplinlere yapılan bütünsel bir eleştiri oldu ve bu alanlarda üretilen bilginin erkek merkezli bir bakış açısının ürünü olduğu açığa çıkarıldı. Tüm bu süreç, feminizmi esas alan yeni bir tür bilgi üretilmesinin yolunu açtı. Ancak psikoloji bu sürece en son katılan disiplin oldu ve başından itibaren üretilen bilgi ve pratikler sürekli olarak anaakım psikolojinin kalın ve yüksek duvarlarına çarptı. 1970’lerden bu yana kat edilen azımsanmayacak mesafeye rağmen, bugün hâlâ psikoloji aktif bir biçimde feminizme direnmektedir. Rutherford, Capdevila, Undurti ve Palmary (2011) tarafından derlenen Uluslararası Feminizmlerin El Kitabı: Psikoloji, Kadın, Kültür ve Haklar Üzerine Perspektifler (Handbook of International Feminisms: Perspectives on Psychology, Women, Culture and Rihgts) kitabının girişinde yazarlar, kitaba katkı yapan tüm yazarların kendi ulusal ve kültürel bağlamlarında (Türkiye, ABD, İsrail, İspanya, Brezilya, Pakistan, İskandinav ülkeleri, Hindistan, Yeni Zelanda, Britanya, Güney Afrika, Çin, Kanada ve Sri Lanka) sürekli ortaya çıkan ortak temanın feminist olarak psikolojide çalışmanın zorluğu olduğuna dikkat çekmektedirler. Bu zorluklar ülkeden ülkeye farklı biçimler almaktadır. Örneğin, Türkiye, İspanya, Çin, Brezilya, Hindistan ve İsrail’de psikolojide feminist çalışmaların yokluğu söz konusuyken, İskandinav ülkelerinde feminist psikologların yaptıkları çalışmalar “gerçek psikoloji” olarak görülmemekte ya da ABD ve Britanya’da feminist çalışmaların anaakım tarafından kabul görmesi için feminist amaçların gizlenip gizlenmemesi gerektiğine dair içsel çatışmalar yaşanmaktadır.

Wilkinson (1997) feminist psikolojiyi, açık bir biçimde, feminist hareketin hedefleri tarafından yönlendirilen psikolojik teori ve pratikler olarak tanımlar. Ancak bu bilgi ve pratiği üretebilmek aynı zamanda anaakım ya da yerleşik psikoloji bilgi ve pratiği üretimiyle de zorunlu olarak bir diyaloğa girmeyi gerektirir. Zira, feminist psikoloji, psikoloji disiplininde kadın deneyimlerini yok sayma, çarpıtma ya da patolojikleştirme yoluyla üretilen bilgiyi (Capdevila ve Lazard, 2015) eleştirmek durumundadır.


Feminist Psikolojinin Meşruiyeti ve Tanınma Mücadelesi

Türkiye’de feminist psikolojinin adını duyalı çok uzun süre olmadı ama dünyadaki, daha doğrusu, Batıdaki gelişmelere bakıldığında kadın psikolojisi ve/veya feminist psikolojinin yolunu döşeyen taşların 1970’lerde dizilmeye başlandığını görebiliriz. Alandaki ilk sesler psikolojinin cinsiyetçiliğine yapılan eleştirilerle duyulmaya başlandı. Örneğin bugün artık pek çok feminist psikoloji metninde alıntılanan Naomi Weisstein’in (1968; akt. Capdevilla ve Lazard, 2015:191) eleştirisi ilklerden biridir: “Psikolojinin kadınların gerçekte kim olduğu, neye ihtiyaçları olduğu ve ne istedikleri hakkında söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Çünkü psikoloji bunları bilmez.” Başlarda kadının yokluğuyla malul psikoloji, daha sonraları özellikle cinsiyet farklılıkları araştırmalarıyla cinsiyetçilik üretmiştir. Bu eleştirilerin daha kapsamlı bir okuması için Sue Wilkinson’ın (1997) “Feminist Psikoloji” başlıklı metnine bakılabilir. Bu yazının öncelikleri açısından mesele feminist psikologların psikolojiye yaptığı eleştiriler değil, daha çok bu eleştirilerin ne kadar ya da nasıl kabul gördüğü ya da bunlara nasıl direnildiğidir. Disiplinin feminist psikologlara tavrının en açık biçimde izlenebildiği yerlerden birisi, feminist psikologların Batıda kurumsallaşma için verdikleri mücadeledir. Feminist psikologlar ABD’deki psikolojinin resmi kurumsal yapısı olan Amerikan Psikoloji Derneği’ne “Kadın Psikolojisi” adıyla 1973’te, İngiltere’deki feminist psikologlar aynı adla Britanya Psikoloji Topluluğu’na 1987’de girmişlerdir. Her iki durumda da feminist psikologlar bu ulusal örgütlere girmenin bedelini “feminist” adından vazgeçerek ödemişlerdir. İşin ilginci başlangıçta “kadın psikolojisi” adı sadece stratejik bir işlev görmüşken, daha sonraları özellikle ABD’de tarihsel bir gerçeklik hâline gelmiştir. Yani diğer bir deyişle, bugün “kadın psikolojisi” ve “feminist psikoloji” adında gerçekten ayrı alanlardan bahsetmenin temelinde ABD’de feminist psikolojinin deyim yerindeyse ehlileştirilmesi yatmaktadır. Bu kurumsal mücadeleler feminizm ve psikoloji arasındaki ilişkiye dair çok şey anlattığı için önemlidir ve bu nedenle ayrıca ele alınmalıdır. Özellikle Britanya Psikoloji Topluluğu içinde Kadın Psikolojisi Bölümü’nün kurulma süreci tartışmaları, feminist psikologlar açısından tarihsel dersler çıkarılacak niteliktedir (Bu tartışmalar için bkz. Wilkinson, 1990; Burns, 1990; Burman, 2011).

Bu kurumsal meşruiyet mücadeleleri kadar tek tek psikoloji disiplini içinde çalışan kadınlar, alanda feminist olarak nasıl ve ne kadar var olabildiler ya da anaakıma ne kadar ve nasıl direndiler sorusu da çok önemli. Kadınların deneyimlerini birbirleriyle paylaşmalarının feminist bir yöntem olarak ne kadar değerli olduğu göz önünde tutulursa, feminist psikologların deneyimlerinin de paylaşılması disiplin içinde feminist olarak var olmaya çalışan kadınlara güç verecektir. Tam da bu amaçla Erica Burman, 1990’da Britanya’da psikolojide çalışan feminist kadınların deneyimlerinden oluşan “Feministler ve Psikolojik Pratik” (Feminists and Psychological Practice) başlıklı bir kitap derlemiştir. Elbette bu kitapta yer alan deneyimler bizimkinden farklı bir toplumsal bağlamda gerçekleşen ve bizim gerçekliğimizle pek çok bakımdan örtüşmeyen deneyimlerdir, ama hâlâ daha soyut düzeyde bizler ve başka yerlerdeki kadınlar için ortak bir duygudaşlık zemini yaratırlar.

Bu kitapta bana çok çarpıcı gelen Jane Ussher’ın kişisel hikayesinden kesitler şöyle:

“… Psikoloji bölümü dışındaki hayatı daha önemli olan bir öğrenci oldum; psikolojiye yönelik bu yabancılaşma duygusuyla başa çıkmanın bir yolu psikolojiyi tamamen göz ardı etmekti. Öğrenci gönüllüler üzerinde tepki zamanını ölçmek gibi konuları içeren laboratuvar raporları hazırlarken ya da bir tutum ölçeğinin geçerliliğini ölçmek için gerekli metodları uygularken, bir yandan da diğer alanlarda ilgimi çeken ve bana uygun konuları çalışan öğrencilere gıpta ediyordum. Sosyologlar, film teorisyenleri ya da edebiyat öğrencileri çalışma alanlarının bir parçası olarak feminizm ve kültür konusunda teorik tartışmalar yaparken, neden ben beynin haritalandırılmasına konsantre olmak zorundaydım? ... Psikoloji benim için kahvaltıda yenen gevrek hâline gelmişti; hoşlanılmayan ama gerekli olan… Öğrenciliğimin ikinci yılında metodoloji konusunda bir ödev hazırlamak için kütüphanede dolaşırken menstruasyon dönemi konusunda bir makaleye rastladım. Belki pek çokları gibi menstruasyonun ciddi bir çalışma konusu olabileceği fikrine gülebilirsiniz ama bu, benim kariyerimde dönüm noktası oldu. Sonunda psikolojinin benim için uygun ve önemli olan bir konuda söyleyeceği şeyler vardı… Daha ileri bir literatür araştırması, psikolojinin kadın deneyimine hem meşru hem de direkt uygunluğu olduğuna beni ikna etti. Kariyerimin başında beni sevindiren ve yüreklendiren bu meşruiyet biçimine daha sonraları karşı çıktım, ama o zaman kadınların psikolojisine, kadınlar için olan bir psikolojiye ilgimi teşvik etmiş ve bu ilgiyi onaylamıştı. Bu alandaki pek çok yazarın kadın olduğunu keşfetmem ayrıca yüreklendirici oldu: Psikolojide kariyer yapmak için erkek olmanın gerekli olmadığına dair neredeyse ilk kanıttı… Menstruasyon konusuna yönelik derin ilgim bazıları tarafından bir sapma olarak görüldüyse de, doktorada da bu konu üzerinde çalışmama yol açtı… Bölümde böyle bir konuda çalışan tek doktora öğrencisi olduğum için benim çalışmamı onaylayacak ya da bana meşruiyet duygusu verecek bir yaşıtım yoktu. Bölümdeki akademisyenler kendilerini psikolojinin geleneksel yerleşik alanlarında çalışmaya adamışlardı; algı, biliş ya da hemisferik farklılıklar. Zayıf hissettiğim anlarda benim de böyle bir konu seçmiş olmam gerektiğini düşündüm: O zaman ‘gerçek’ bir psikolog olarak kabul edilebilirdim… İzole edilmiş bir kadın doktora öğrencisi olarak sürekli, yaptığım çalışmanın marjinal olduğu, psikoloji disiplinine çok az uygun olduğu ve bu alana dahil edilemeyecek bir konu olduğuna ilişkin mesajlar aldım… Bölümde gözden ve gönülden de uzak tutulması gereken kişi olduğumu hissettim. Bu dışlanmayı ve çalışmamın değersizleştirilmesini göz ardı ettiğimi, doktora çalışmamı feminist ilkelere dayanarak yaptığımı ve menstruasyon konusundaki kadın deneyimlerine ilişkin bilginin sınırlarını zorladığımı söylemek isterdim. Ama hayır, böyle olmadı. Menstrual dönemdeki fizyolojik değişmeyi, bilgisayarda bazı işlerdeki performansı ve duygu durumunu ölçen empirik pozitivist bir araştırma yaptım. Araştırmamda topladığım verilere kapsamlı ve detaylı istatistik analiz uyguladım. Tek tek kadın ‘deneklerle’ uzun saatler geçirmeme rağmen onların fikir ya da yorumlarını sistematik bir biçimde toplamadım: Bu, istatistiksel testlerden elde ettiğim ‘nesnel’ bilgiye ikincil olarak görüldü. Araştırmamın başında kadınlardan topladığım görüşme materyalleri çalışmaya uygun görülmedi ve tezimde hiçbir biçimde yer almadı… Tüm bu süreçte psikolojiden ayrılabilirdim ya da ortodoks, rasyonel, yüksek motivasyonlu bir bilimci olarak bize öğretileni yeniden üretebilirdim. Bunların olmamasının ve hâlâ psikolojiye bağlı kalmamın sebebi feminist psikologlarla birlikte olmak, onlarla birlikte ‘Psikolojide Kadınlar’ olarak Britanya Psikoloji Topluluğu içinde Kadın Psikolojisi Bölümü kurmak için mücadele etmek ve anaakım içinde Kadın Psikolojisi’nin meşruiyetini kurmak için uğraşmaya devam etmektir” (Ussher, 1990; 47-51).

Aşağıdaki alıntı da Celia Kitzinger’ın bir feminist akademisyen olarak psikolojide yaşadıklarından kısa bir kesit:

“Benim kendi deneyimim, ‘feminist psikolog’ olmama izin verilmemesidir, çünkü bir feminist olarak yazdığımda, ‘psikolog’ kategorisinin dışına konuldum. Toplumsal yapı, iktidar ve politika hakkında konuştuğumda, kendi bakışımdan baskıyı anlatan dil ve kavramlar kullandığımda, söylediklerimin ‘psikoloji’ olarak nitelendirilemeyeceği söylendi. Çünkü ‘psikoloji’nin tanımını kontrol edenler, profesyonel hakemli dergilerde kapı bekçileri olarak davrandılar. Oralarda yayın yapamadım. Radikal yayınlarda sürekli kitap bölümü ya da makale yazmam istenmesine ve hatta The Psychologist için yazmama rağmen çalışmalarım hakemli dergilerin editörleri tarafından reddedildi. Çok sıklıkla bu retler, radikal yayınlarda benden yazı isteme nedenleriyle aynıydı: Politiklik ve gazeteci gibi yazma. Psikoloji içinde iş bulma ve yükselmede hakemli dergilerdeki makaleler, kitap bölümlerinden, hakemsiz dergi makalelerinden ve hatta tek yazarlı kitaplardan daha geçerlidir. İş bulma konusunda da aşırı zorluk yaşadım. Doktoramın son yılında ve işsiz geçen sonraki bir yılda 112 iş başvurusu yaptım ve sonunda bir eğitim bölümünde geçici bir araştırmacı pozisyonuna kabul edildim. Bu pozisyondaki sürem bittiğinde yeniden işsiz kaldım ve bir politeknikte deneme süresince ders vermek üzere işe alınıncaya kadar hem ülke içinde hem de yurt dışında 44 iş başvurusu yapmıştım… Dergilerden aldığım red yazılarında hiç değişmeyen tema politik motivasyonumun olmasına dair şikayetti. Bazısında açıkça feminizme itiraz ediliyordu: Ders vermek için başvurduğum ve başvurumu reddeden bir psikoloji bölümünün sempatik bir erkek üyesi bölümlerinde zaten bir feminist olduğunu ve bölümdeki diğerlerinin “birinin bile çok fazla” olduğunu düşündüklerini söyledi” (Kitzinger, 1990: 124-126).


Türkiye’de Feminizm ve Psikoloji: Ayrı Dünyalar mı?

Türkiye’de feminist psikoloji bu aşamada daha çok yokluğu üzerinden analiz edilebilecek bir “alan” (bkz. Bolak Boratav, 2011). Feminist psikolojinin yokluğu, Türkiye’de eleştirel psikolojinin de gelişimini zorlaştıran benzer disipliner ve toplumsal dinamiklerle bağlantılıdır (bkz. Kayaoğlu ve Batur, 2013). Bu tek tek feministlerin psikolojide (teorik ya da pratik) üretimleri olmadığını söylemek anlamına gelmiyor elbette. Sadece tanınma ve meşruiyet mücadelesi verebilmek için tartışmalarımızı olgunlaştırmamız gerektiği anlamına geliyor.  Ama diğer taraftan Türkiye’de son 10-15 yılda yükselen kadın/feminist harekete bağlı olarak en azından üniversite gençleri arasında feminist sözlerin yaygınlaştığı bir dönemden geçtiğimizi de söyleyebiliriz. Dolayısıyla feminizmle tanışmış psikoloji öğrencileri ve genç psikologlar feminizm ve psikoloji hakkında ne düşünüyorlar, nasıl hissediyorlar sorusu önem kazanıyor. Başlıktaki soru tam da feminizm ve psikoloji arasındaki ilişki hakkındaki bu düşüncelere ve duygulara dair… Elbette tahmin edeceğiniz üzere bu, retorik bir soru. Yaşadığımız hâliyle feminizm ve psikoloji ayrı dünyalar… Bir yanıyla, kendi kişisel hikayemden de yola çıkarak, bu “ayrı dünyalar” meselesini gündeme getirme amacım, lisans eğitiminden itibaren psikologların feminizmle yollarının kesişme olasılığının ve bu olasılığın gerçekleşme biçiminin diğer disiplinlerden epey farklı olduğuna vurgu yapmaktır. Türkiye’deki bir psikoloji lisans öğrencisinin, diğer disiplinlerden (sözgelimi sosyolojiden) farklı olarak kendi bölümünde feminizmle tanışma olasılığı yok denecek kadar azdır. Eğer öğrenci kendi bireysel sosyalleşmesi sonucu toplumsal meselelere ilgi duyuyorsa feminizmle tanışma olasılığı psikoloji dışında gerçekleşir. Oysa diğer sosyal bilimlerde öğrenciler bizatihi bölümün derslerinde feministleşmektedir. En azından düne kadar öyleydi. Kendi sosyal yaşamında feministleşen bir psikoloji öğrencisi ya da bir psikolog, hâliyle edindiği feminist argümanların karşılığını ya da yansımasını psikolojide aramaya başladığında tam bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. Böylece hayatlar sadece bir iş ya da uzmanlık alanı olarak algılanan psikologlukla feminist politika arasında ikiye bölünür; sanki ikisi arasında hiçbir ilişki yokmuş gibi. Özetle, Türkiye’de “feminist” ve “psikolog” olabilirsiniz ama “feminist psikolog” olmak zordur. Bu, tek tek kişilerle alakalı bir zorluk değil. Psikolojinin, sorunu, bireye ve birey içi faktörlere yükleyen yaklaşımının tam tersine “sorun bizde değil, disiplinin kendisinde” diyerek aşılacak türden bir zorluk.


Kaynaklar

Bolak Boratav, H. (2011). Searching for Feminism in Psychology in Turkey. A. Rutherford, A., R. Capdevila, V. Undurti, V., & I. Palmary, (Eds.) Handbook of International Feminisms: Perspectives in Psychology, Women, Culture and Rights. (s. 17-36) içinde. New York: Springer Verlag. 

Burman, E. (2011). Psychology, Women and Political Practice in Britain. A. Rutherford, A., R. Capdevila, V. Undurti, V., & I. Palmary, (Eds.) Handbook of International Feminisms: Perspectives in Psychology, Women, Culture and Rights. (s. 219-246) içinde. New York: Springer Verlag. 

Capdevila, R. & Lazard, L. (2015). Psychology of Women: Questions of Politics and Practice. I. Parker (Ed.) Handbook of Critical Psychology. (s. 191-199) içinde. London: Routledge.

Ecevit, Y. (2011). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisine Başlangıç. Y. Ecevit ve N. Karkıner (Ed.), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s. 2-32) içinde. Eskişehir: Açık Öğretim Fakültesi Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Kayaoğlu, A. & Batur, S. (2013). Critical Psychology in Turkey: Recent Developments. Annual Review of Critical Psychology, 916-930.

Kitzinger, C. (1990). Resisting the Discipline, in E. Burman (Ed.) Feminists and Psychological Practice. (pp. 119-139). London: Sage Publications.

Rutherford, A., Capdevila, R., Undurti, V., & Palmary, I. (Eds.) (2011). Feminisms and Psychologies: Multiple Meanings, Diverse Practices and, Forging Possibilities in an Age of Globalisation. Handbook of International Feminisms: perspectives in psychology, women, culture and rights. (s. 3-16) içinde. New York: Springer Verlag. 

Ussher, J. (1990). Choosing Psychology or Not Throwing The Baby Out with the Bathwater. 

E. Burman (Ed.) Feminists and Psycjological Practice. (s. 47-61) içinde. London: Sage Publications.

Wilkinson, S. (1997).  Feminist Psychology. D. Fox & I. Prilleltensky (Eds.) Critical Psychology: An Introduction. (s. 247-264) içinde. London: Sage Publications.