Kitap Tanıtımları • Sayı 02


Psikoloji ve Toplum: 
Radikal Teori ve Pratik

Derleyenler: Ian Parker ve Russel Spears
Çeviren: Kemal İnal
Ütopya Yayınevi (2018)


Psikolojiye ait kavramları bilmekten ve anlamaktan çok, günlük yaşantının her anında kullanılan psikolojik imajlara ve psikolojik tanılara maruz kaldığımız söylenebilir. Psikoloji ve Toplum’un yazarlarına göre, tek tek bireyler olarak bizler, özgürlüğümüzün ve insanlığımızın her gün biraz daha eksildiği, yalancı muhalefet mekanizmalarıyla dolu olan psiko-komplex’te yaşarız. Çünkü psikolojik kuramlar ve kavramlar günlük yaşam dünyasının içinde yer ederler. Psikolojik kavramlar, psikolojiyle mesleki olarak uğraşan pratisyenler tarafından, reklamcılıktan-psikiyatri kliniklerine kadar uzanan oldukça geniş bir alan içinde kullanılırlar. Psikoloji, toplumu temelden üste, bireyden topluma kadar yeniden üreten kuram ve uygulamalar zincirindeki psiko-komplex’te biricik bireyin temsilcisi olarak yer alır. Psiko-komplex, yani kapitalizmin yaratmış olduğu egemenlik ve muhalefet mekanizmaları insanı sadece kendi biricikliğine karşı sorumlu kılarak hiçbir zaman sahici olmayan özgürlük idealleri sunar. Psikolojideki Kartezyen ve yaygın bireyci gelenek, toplumdan önce ve toplumdan ayrı varolmuş olan birey modeli üretir. Buna göre olan daima ve sadece kişiseldir. Biricik olan bireyin/kişiselin dünyasına aittir. ‘Radikal Psikoloji’ye göre, psikolojinin araştırma nesnesi olan bireyin, dolayısıyla her bir insan bedeninin kendini hissettiği ayrı duygulu merkezler olarak yaşanmış gerçekliği ve önemi vardır. Fakat ‘radikal Psikoloji’nin daimi sorunu, birey ile toplum arasındaki ilişkinin doğasıyla, bireysel zihinleri toplumsal bağlamdan soyutlayan süreçle ilgilidir. Radikal psikoloji, toplumsalın bireysel olanla ya da birey davranışlarının bir artyöreyle karşıtlık içinde olmadığını, aksine ‘toplumsal ile bireyselin gerçek varlıkların kurucusu olduğu’ olgusuna dayanır. O halde Radikal Psikoloji, kişisel ya da bireysel bir angajmanı yalnızca politik bir eylem süreci olarak yaşayabilir. Psikoloji ve Toplum’un, psikoloji-politika ilişkisini ve psiko-komplex sistemini araştırmak isteyen okura yeni zeminler yaratacağını umuyoruz. (Tanıtım Bülteninden)

* * *

Okullarda Yaşam: Eleştirel Pedogojiye Giriş
Peter McLaren
Çeviri Editörleri: Mustafa Yunus Eryaman ve Hasan Arslan
Anı Yayıncılık (2011)

“Okullarda Yaşam: Eleştirel Pedagojiye Giriş” 2004 yılında Moskova Sosyal ve İktisadi Bilimler Fakültesi tarafından düzenlenen “Dünyanın En Etkili 12 Eğitim Kitabı” seçkisinde yer almış ve dünyanın pek çok ülkesinde en çok satan eğitim kitapları arasına girmeyi başarmış bir eserdir. 12 dile çevrilmiş olan kitap, yenilenmiş olan eleştirel kuram çerçevesinde, eleştirel pedagojinin sosyal, politik ve ekonomik temellerini analiz etmektedir. Eser liberal bireyciliğin ve yeni muhafazakâr politikaların eğitim teorisi ve pratiği üzerine olumsuz etkilerini incelerken, eleştirel pedagojinin bu olumsuzlukları giderme ve demokratik toplumsal dönüşümü ve sosyal adaleti sağlama noktasında yeniden nasıl formüle edilebileceğini tartışmaktadır. (Tanıtım Bülteninden)

* * *

  “Biz”liğin Aynasından Yansıyanlar: 
Türkiye Gençliğinde Kimlikler ve Ötekileştirme
Pınar Uyan Semerci, Emre Erdoğan, Elif Sandal Önal
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (2017)

“Ben/biz”in “diğer/öteki” kişi ve gruplarla olan ilişkisi üzerinden kurgusu, “gerçeğin” farklı okumalarını yapmamıza yol açarak adil bir toplumda yaşayabilmeye dair çabaları, hatta tartışmaları bile engelleyebilmektedir. Araştırma ekibimizin, çocuk alanındaki çalışmaları sırasında; “öteki” olarak görünen grupların çocukları için, “Onlar zaten çocuk değil” ifadesinin farklı biçimleriyle, ne yazık ki, defalarca karşılaşmış olması bu araştırmanın tohumlarını atmıştır. Ötekileştirme, öyle güçlü bir mekanizmadır ki, “öteki”nin çocuğunun çocuk olduğu gerçeğinin reddine bile yol açabilir. “Diğeri ile Karşılaşmada Ötekileştirme/meyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle Empati ve Eşitliği Tartışmak” başlıklı TÜBİTAK araştırmasının kitaplaşmış hali olan bu metin, farklı disiplinlerden ilgili literatürler ışığında, nitel ve nicel araştırmadan elde edilen veriler eşliğinde ötekileştirme/meyi anlamayı ve ötekileştirmeyle sonuçlanan eylemin belirleyenlerini saptamayı hedeflemiştir. “Ben/biz”i inşa ederken “diğeri”nden kendini ayırmanın vardığı uç nokta “ötekileştirme” olarak tanımlanabilir. Diğerini kendinle aynı düzeyde; aynı haklara sahip ve aynı ahlaki düzlemde görmeyen, önyargıyı da içeren ötekileştirme süreci; kişinin bir diğer kişiyi bir grubun parçası olarak değerlendirerek, ona belli birtakım negatif algı ve tutumlarla yaklaşmasıdır. Dünyada ve Türkiye’de sayısız olaya tanıklık eden 2,5 yıllık araştırma sürecinin ardından ortaya çıkan bu çalışmadaki amaç, ötekileştirmenin nasıl gerçekleştiği, hangi belirleyiciler etrafında geliştiği ve hangi biçimlerde kurgulandığını ortaya koymak; ötekileştirme mekanizmasının nasıl işlediğini anlamaya çalışmak ve ortaklıkları, farklılıkları, süreci etkileyen temel faktörleri belirlemektir. (Tanıtım Bülteninden)
* * *

 Health Humanities



Paul Crawford, Brian Brown, Charley Baker, Victoria Tischler ve Brian Abrams

Palgrave Macmillan (2015)

Sağlık Eksenli İnsani Bilimler (Health Humanities) insan sağlığının ve esenliğinin boyutlarını dile getirmek, tartışmak ve insan sağlığına katkıda bulunmak için sanatı ve insani bilimleri kullanan yeni bir alandır. Görsel sanatlar, müzik, performans sanatları, edebiyat, tarih, felsefe ve inanç gibi insan pratiklerinin insan sağlığının önemli bir parçası olduğunu ve daha da olabileceğini söyleyen bu yaklaşım, kendi ifadesiyle, “İnsanı Sağlığa Geri Getirme”yi amaçlıyor. Fikir olarak tamamen yeni olmayan bu yaklaşımın kökeni Sanat Terapileri ve Tıp Eksenli İnsani Bilimler (Medical Humanities) gibi disiplinlerarası alanlara dayanır ve bu disiplinleri de içine alan kapsayıcı bir başlık oluşturur.
Sağlık Eksenli İnsani Bilimler, bilimin pozitivizminin aksine sağlığı yapısalcı ve diğer pozitivist olmayan disiplinlerdeki gibi insani bilimlere özgü şekilde ele alır. Bu yaklaşım, sağlıkta, tekil “gerçek”liğin monologsal bakış açılarının aksine müzakere edilmiş, çoklu gerçekliklerin öznelerarası sesi olan diyalogsal bakış açılarına dayanmaktadır. Sağlıkta İnsani Bilimler, Sağlık Bilimlerine alternatif olmanın aksine sağlık ve sağlığın teşvik edilmesi ile ilgili kesişen bir paradigma ve faydalı bir yaklaşım sunar; ve sağlık bilimleriyle eş zamanlı ve onları tamamlayıcı olacak şekilde işlev görür.
Bu kitap, Sağlık Eksenli İnsani Bilimler’in dünya çapında ilk manifestosudur. Kitap, insan sağlığında ve sağlık hizmetlerinde sanatın ve insani bilimlerin kapsamını ve etkisini arttırmayı amaçlayan ve gelişen bu yenilikçi alanın bağlamını ortaya koymaktadır. (Tanıtım: Serap Dakak)
* * *

 Lanet
Son Tabuyla Yüzleşme: Âdet kanaması
Karen Houppert
Ayrıntı Yayınları (2016)

Âdet öncesi sendromu, âdet sancısı, hijyenik ped, tampon, toksik şok sendorumu... Bu kelimeler hala birer tabudur. Karen Houppert, Lanet'te bu son gizli tabuyla, âdet kanamasıyla yüzleşmemizi sağlarken; aynı zamanda tabunun büyük bir endüstri tarafından nasıl beslendiğini ve kâra dönüştürüldüğünü de gösteriyor.
Houppert, bu çarpıcı kitabında, âdet kanamasını kuşatan gizleme kültürünü ve bunun kadınlar üzerinde hem fiziksel hem de ruhsal açıdan yarattığı tahribatı mercek altına alıyor. "Sessizlik" perdesini araladığında, kadınların "mavi akıntıları"yla baş etmek için kullandıkları karbeyazı tamponların karanlık yüzüyle karşılaşıyor. ABD'deki sağlık kuruluşlarının ve çevre örgütlerinin sıfır dioksin politikasını dayattığı günümüzde, kadınların kanser riskiyle iç içe yaşamasına göz yuman "hijyenik" kadın ürünleri endüstrisinin çevirdiği entrikaları nüktedan bir üslupla aktarıyor. Dev şirketlerin reklam kampanyalarını, kendi dergilerinin eril söylemini, âdet kanaması ile ilgili görgü kurallarının nasıl ayakta tutulduğunu gözler önüne seriyor.

Yazar, depresyondan cinayete kadar uzanan belirtiler listesiyle âdet öncesi sendromunun "faili" olarak kadınlık hormanlarının gösterildiğine işaret ederken; cinsel kimliklerinden utanarak büyüyen genç kızların yaşadığı karmaşaya da değiniyor. Toplumsal koşulların iyileştirilmesi yerine, üzerlerinden milyonlarca dolarlık kazanç sağlanan kadınlara şeker misali anti-depresanlar verilmesi ya da hormon tedavilerinin tercih edilmesi konusunda de dikkat çekici değerlendirmeler yapıyor. Son olarak, bu konudaki her türlü tartışma girişiminin göz ardı edildiğine işaret ederek bu doğal halin ne zamana kadar bir tabu olarak kalacağını soruyor. (Tanıtım Bülteninden)

* * *

22 Ocak 2018’de aramızdan ayrılan Ursula K. Le Guin’in anısına…

Karanlığın Sol Eli
Ursula K. Le Guin
Ayrıntı Yayınları (14. Baskı / 2018)

“Bilimkurgu”nun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula’yı kazanarak kısa zamanda türünün klasikleri arasına giren Karanlığın Sol Eli, dünyamıza çok benzeyen Kış adlı bir gezegende geçer. Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir (androjen).
Cinsel kimliğin bir statü ya da güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende kişiler yılın belli bir döneminde o anki hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın olmaktadırlar. Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş bir ana daha sonra başka çocukların babası olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik” arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan... ve benzeri ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamış gibidir. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış.

Bir gün Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve onların da katılmasını istediği bir gezegenler birliğinden söz eder... Elçinin gelişiyle birlikte yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ile benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup yaşamaya başlarlar...
Zihni kapasitesini zorlayan hayaller kurmayı hâlâ sevenler için… (Tanıtım Bülteninden)

Ursula Kroeber Le Guin: 21 Ekim 1929’da ABD’nin California eyaletinin Berkeley kentinde doğmuştur. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber’dir. Esinini Kızılderili efsaneleri ve masallarından alarak, ilk öyküsünü dokuz yaşında yazar. Üniversitede Fransız ve İtalyan edebiyatı okur ve Rönesans edebiyatı üzerine uzmanlaşır. Master eğitimini 1952’de Columbia Üniversitesi’nde tamamlar. 70’li yıllardan itibaren çeşitli Amerikan ve Avustralya üniversitelerinde bilimkurgu üzerine “workshop”lar düzenler. Le Guin geleneksel edebiyat tekniklerini ustalıkla bilimkurgu öğeleriyle birleştirmesi ve büyük bir derinlikle alternatif toplumlar ve düşünce biçimleri yaratmasıyla tanınır. Genellikle fizik ve kimya gibi teknik bilimlerin ayrıntılarını betimlemekten kaçınarak kültürel antropoloji, siyaset ve psikoloji üzerinde odaklaşır. Yapıtlarında telepati, zihin okuma, önbili gibi psişik fenomenlerden yararlanır ve karşılıklılık, birlik ve bütüncülük gibi temaların öne çıkarılmasından da anlaşılacağı gibi Taoizm ve Zen felsefelerine yer verir. Le Guin karmaşık, genellikle paradoksal simgeler, imgeler ve anıştırmalar kullanarak, bireylerin ve toplumların düzen ile kaos, uyum ile bütünlüğe ulaşmak için ayaklanma gibi karşıtlıkları dengeleme gerekliliklerini vurgular. Bilimkurguya edebiyat saygınlığını kazandırmasının yanı sıra, yarattığı müthiş ütopyalarla son derece tahrik edici bir siyasal ufuk da çizen olağanüstü bir yazar olan Ursula K. Le Guin 22 Ocak 2018’de hayatını kaybetmiştir.